Şakanın Bini Bir para

Benim en büyük sıkıntım bu dünyanın hızlı dönmesidir. Allah’ım çok güzel bir dünya, tatlı nimetler yarattın da, dünyayı neden bu kadar hızlı döndürüyorsun? Sabah-akşam, hafta başı- hafta sonu, aybaşı- ay sonu, yılbaşı- yılsonu geliveriyor. Daha dün doğdum. 78 yıl geçiverdi. Kaldı şurada 72 yıl. O da geçiverecek, bitiverecek diye korkuyorum.

 

 Hocalara söylüyorum. Dua edip dünyayı yavaşlatmıyorlar. Gençlere söylüyorum, dünyaya fren koyup yavaşlatmıyorlar. Kimsenin umurunda değil. Acaba beceremiyorlar mı, yoksa onlar bu dünyayı ve yaşamayı benim kadar sevmiyorlar mı? Çünkü bir türlü sözümü tutmuyorlar.  Ne olacak benim bu halim?

 

                      Çünkü ben çıtayı avanak olduğumdan 150’ye koymuşum. Dedeköylüler zaten hep avanaktır. “Sultan Süleyman 600 sene yaşamış” diyorlar. Ben niye çıtayı 150 yaşına koydum bilmem ki. Sultan Süleyman gibi 600 seneye koysam olmaz mıydı?

 

                      Annem 70’li yaşlarından itibaren her namazdan sonra “Allah’ım ben bundan sonra yaşayıp da ne yapacağım, canımı alıver” diye dua ederdi.  Ben “Anne ben sana Şenköy’den bir eşek buluvereyim bin, öbür dünyaya bin git. Yalnız geri kalan ömrünü bana bırakacaksın, tamam mı” derdim. “Tamam oğlum geri kalan ömrümü sana bıraktım” derdi. Annemin yüz yaşına kadar ömrü vardı. 85 yaşında öldü gitti. 15 yıllık ömrünü bana miras bıraktı.

 

Ancak, ben kapının arkasında bir sopa bulunduruyorum. Hele Azrail kapıma bir gelsin. Onun kafasını kırarım. Geldiğine pişman ederim. Zaten bir defa kapımı çaldı. Ahah…. Beni imamın kıyığına bindirip, tahtalıköyde indirecek. Ben denizdeki kayığa binerim ama, imamın kayığına binecek kadar akılsız mıyım?

 

Bu şaka değil, 27 yıl önce kalp krizi geçirince, kapımdan Azrail’i nasıl mı kovdum? Sigarayı, şekeri, çayı, kahveyi, kızartmayı, kavurmayı, lokanta yemeğini, hazır yiyecekleri bıraktım. Senenin her günü yağmur, çamur, sıcak-soğuk demeden yürüyüşümü yaparım. Perhizimi yaparım. Mesleğimi ve bahçe işlerimi yaparım. Eş dost ziyaretlerini yaparım. Oh ne güzel dünya.

 

   Birgün keşif mahallinde genç bir bayan hâkim ve avukatla sağlık konularını konuşuyoruz. Ben bunları anlatınca “Ooo ağabey o zaman sen hayatı yaşamıyorsun” dedi. Ben de “Bak avukat hanım, sağlığınız yerinde ise her şey tatlıdır.  Hayat çok güzeldir” demiştim.

 

150 yaşıma geldim mi, öbürdünyaya gideceğim.  “Annemi, babamı arayıp bulacağım.” Anne-babama ne yapıp yapıp beni dünyaya bir daha gönderin, yalnız bu defa kız olarak gönderin” diyeceğim. Bu dünyayı bir de bayan olarak yaşamak istiyorum.

 

Ne o erkeklerin hali? Erkek olarak yaşamaktan bıktım. Kılık-kıyafetleri palas pandıras.  Kiminin  saçları kır, kiminin  başları kel, yüzleri,- gözleri pek güzel değil. Yürüyüşleri salına salına, sesleri yavan. Boyaları, makyajları yok. Kiminin yüzü bir karış kıllı, kiminin kadın gibi saçı uzun. Bazıları babası gibi bıyık bırakacaklarına, anaları gibi saç uzatıyorlar.

 

Hanımlar öyle mi ya?  Hele genç hanımlar?  Manken gibiler maşallah. Yüzleri, gözleri dudakları, saçları, tırnakları uzun ve boyalı. Kılık, kıyafet ve giyimleri renkli ve göz alıcı. Topuklu ayakkabıları ile “Tak, tak, tak” diye bir yürüyüşleri var ki, yürürken havalarına bakın. Hanım olmaya özenilmeyecek gibi mi?  Erkeklerin böyle havası-civası var mı? Karşınıza bir erkek ile bir bayan koysalar,  hangisi göz alıcı ve hoş görünümlüdür?

 

Sonra, bugün bile hanımlar bazı meslekleri elimizden aldılar. Ben mesleği başladığım yıllarda Aydın adliyesinde hiç bayan yoktu. Şimdi çoğunluğu aldılar. Mübaşirliği, polisliği, jandarmalığı, kuryeliği, siyaseti, devlet adamlığını bile elimizden almağa başladılar.

 

Ben yetmiş iki yıl sonra bu dünyayatekrar geldiğimde bir bakacağım ki dünyayı hanımlar yönetiyor. Bayanlar her şeyi elimizden almışlar. Aileyi, köyü, belediyeyi, devleti onlar yönetiyorlar. Söz hakkı onlara geçmiş. Ben niye tekrar erkek olarak geleyim bu dünyaya? Avanağım dedimse keriz değilim ya... .                                  

 

Eşim de beni dolandırdı: Meğer en büyük dolandırıcı oymuş. Ben onun dolandırıcı olduğunu nasıl bileyim?  İlk gördüğümde taze, neşeli, hareketli bir genç kızdı. Ben onu öyle gördüm, öyle beğendim, öyle aldım, öyle kalacak sandım. Ama eskidi, yaşlandı, arızalanmaya başladı. Başladı “Ayaklarım, gözlerim” demeğe. Ben onun 52 yıl sonra böyle eskiyeceğini bilseydim, alır mıydım? Hep öyle kalacak sandım. Neyse, kaderime razı olup, hep onu ilk gördüğüm gibi hayalimde yaşatmaya çalışıyorum.

 

Ben delinin tekiyim: Aydın’ın en delisiyim. Dünya delisiyim. Dünyayı deli gibi seviyorum. Çünkü Allah bizim için çok güzel bir dünya, tatlı nimetler, Sağlıklı bir vücut, bir de birazcık akıl vermiş. Allah’tan başka daha ne isterim?  Bu yüzden dünyayı, hayatı, biraz da canımı çok seviyorum.

 

Deliliğimin ispati şu.Her gün 365 gün, sabah ezanı sırasında, o kısa günlerde ezandan önce yollara düşerim. Yağmur-çamur, soğuk-sıcak demem. Yağmur varsa şemsiye alırım. Genellikle yürüyüş yolunda benim gibi başka deli yoktur. Eğer başka yürüyen olursa, ona “Arkadaş hadi ben deliyim. Benim gibi başka deli yoktur sanıyordum. Sen de mi delisin” diye takılırım.

 

 Gençlere “Yahu arkadaş şu gençliğini bana ver. Ben avukatlığım dâhil neyim varsa sana vereceğim. Uğraşıp durma” diyorum. Hiç kimse de gençliğinden bir gram bile vermiyor. Bu gençler niye bu kadar pinti ki?

 

     Gene de çok şükür, meslekte, tarlada, bahçede çalışıyorum. Akranlarımın hepsinden sağlık yönünden iyiyim. Bir avukat ağabeyimiz Rıfat Kadir İnceoğlu, uzun süre mesleğini sürdürdü. Meslektaşım Av. Vildan Karagöz “Sen Rıfat Kadri İnceoğlu’nun yerine kalırsın” derdi. Ben de ona “Ben Rıfat Kadri İnceoğlu’nu cebimden çıkarırım” derdim. Şimdi karşılaştıkça ona “Doğru söylemişimdemi” diye takılıyorum. Çok şükür halen gençlerle yarışıyorum.

 

 Hatta genç avukatlara “Size ananız-babanız, büyüklerinizi dinleyin, onlara karşı gelmeyin, sözlerini tutundemediler mi”  diyorum. Onlar “Dediler” diyorlar.  O zaman her davada siz niye bana karşı geliyor, beni yoruyorsunuz?“Amcam, dedem haklıdır. Doğru söylüyordeyiverseniz kıyamet mi kopar“ diyorum. Gülüyorlar ve “Tamam bundan sonra öyle yapalım” diyorlar. Ancak yapmıyorlar.

 

 Karşılaştığım tanıdıklar bana “Sen hiç ihtiyarlamıyorsun” diyorlar.  Ben de “Tü-tü de nazar değemesin” derim. Onlara “Tütü” dedirtirim. Böylece kendimi onların nazarından korumuş olurum.

 

Ölenlere çok kızıyorum: Hele genç ölenlere daha çok kızıyorum. “Bire deli, Allah senin için çok güzel bir dünya yaratmış, tatlı nimetler yaratmış, Bunlar bırakılır gidilir mi? Acelen ne”  diyorum.  Bir şey değil sıra bana gelecek diye korkuyorum.  Beni niye çoluk-çocuk eline bırakıp gidiyorsunuz? Hele akrabalarım, komşularım, akranlarım ölünce daha çok kızıyorum.

 

Köyümün muhtarını tembihleyip duruyorum. “Bak muhtar benim dedemin köyüne Azrail’i sokma. Yoksa önümüzdeki seçimde karşında aday olur, muhtarlığını elinden alırım” diye gözdağı veriyorum.  Buna rağmen bazen Azrail’i kovamıyor. Ara-sıra Azrail köyümden birisini alıp, imamın kayığına bindirip tahtalıköyde indiriyor.

 

Her sela verildiğinde duydukça,Gitti gene delinin birisi” diyorum. Hele intihar edenler benim gözümde süper manyaktır.  Onlara daha çok kızıyorum. Yahu Allah sizin için güzel bir dünya yaratmış. Tatlı tatlı nimetler vermiş.  Sağlıklı bir vücut vermiş. Bir de akıl, irade, enerji, sabır ve gayret vermiş. Bunları iyi ve doğru yolda kullanan, hayatını güzelleştirir, renklendirir, zevklendirir.

 

      Sen de hiç akıl yok mu birader? Öbür dünyaya giden bir daha gelemeyecekmiş. Bir şey değil sıra bana geliverecek.

 

     En çok kızdıklarımdan birisi de merdivenlerdir. Yahu o merdivenler neden öyle hemen yaşlanıveriyor. Eskiden ben o merdivenleri ikişer-üçer koşarak çıkardım. Şimdi öyle yaşlandılar ki, benim gibi bir genci istemiyorlar. Ben de asansör bekleyip duruyorum. Ne yapayım? Merdivenlere “Gençleşin” desem de dinlemiyorlar, sözümü tutmuyorlar ki?